Kitap okurken, durmadan konuşmak isteyen bir ben varım herhalde. Keşke kitap arkadaşı diye bir şey olsa. Alıp çıkarsam cebimden, şişirsem ucundan. Kanlı canlı insan olsa. Okurken desem ki; "Kadınlar neden şiirlerde var, ama gerçek hayatta yok sence?"
Cevap vermese de olur. Gülümseyebilsin yeter.
50. sayfada takılıp kalsak beraber.
Okusam tekrar tekrar;
"Hayal edildiğinde çok önemli. Pratikte ise tamamıyla önemsiz. Şiir kitaplarını baştan sona istila etmiş, tarihte ise adı geçmiyor."
Suratım düşse sonra. Sarılsak.
Şiirde yaşamak isteyip, pratikte de tamamıyla önemsiz olmayı reddetsem.
Şiir kitaplarını baştan sona istila etsem ve işaret parmağımı ucundan öpüp tarihe de dokundursam?
Sonra dursam ve desem ki;
"Ben daha bir şiirin tek bir mısrasında bile yokum ki."
Daha sıkı sarılsa.
"İyiyim." desem. Yanağından öpüp söndürsem. Gülümseyerek sönse. Yavaşça katlayıp cebime koysam yine. Saç tokamı çıkarıp 50. sayfaya ayraç yapsam.
Güzel olmaz mıydı sence de?
23.7.12
21.7.12
BİLİYORUM
Şimdiye kadar hiç duymadığım ama duyunca en sevdiğim melodi olacak müziği bekliyorum. Yaşamımın en romantik anonsunu yapacak hayat seninle karşılaştığımızda. Tanıyorsam bile seni, bir daha tanışmalıyız. Adını bilsem de, o an tekrar ettiğimde ilk kez duyduğum bir isimmiş gibi gelsin. Anlamını sorarım belki. Beraber güleriz. Canım benim.
Tanrı en güzel aşk hikayemi yazdı, biliyorum.
Şu an temize çekiyor, onu bekliyorum.
3.6.12
SUPERMAN
Kadınla erkek eşit değildir. Yazının giriş cümlesinin çok iddialı olduğunun farkındayım ama çok ciddiyim. Çünkü her iki cinsin eşit haklara sahip olduklarını bilmeleri kafidir. Eşit olmak ile eşit haklara sahip olmak arasında dünyalar kadar fark var. Bu konunun durduk yerde nereden çıktığı konusuna hiç girmesem iyi olur aslında. Söylediklerimi inanarak söylediğimden emin ol, şimdilik yeter.
Özellikle ikili ilişkilerde bu eşitlik mevzusu epey kafa karıştırıcı. Mesela ben eşitlikle kafayı bozmuş erkeklerin kadınlara çok büyük bir haksızlık yaptığını düşünüyorum. Gerçi ben aşırı inceliği kabalık olarak yorumlayabilen biri olarak, kulağa pek doğru gelen şeyler söylemiyorum şu an. Farkındayım. Fakat doğru olan her şey kulağa doğru olarak gelmeyebilir. Önemli olan esasen doğru oluşu. Ya da benim öyle olduklarına inanıyor olmam.
Nil'in yeni şarkısını dinledim. Zaten Nil'in dünyasına, o basit diliyle çok derin konulara dokunmasına oldum olası bayılırım. Nil'i bir çocuk şarkıcısı olarak görüyorsan ve bir şarkının sana hitap etmesi için illa ağdalı bir dille yazılmış olması gerekiyorsa, burada okumayı bırakabilirsin sevgili arabesk ruh.
Geriye kalanlarla devam ediyoruz. Aç da dinle bi', hatun resmen şöyle demiş;
"Ancak bana dünyayı bir tur döndürecek, beni ben diye sevecek, yıldızlara götürecek, meteorları tutup uzaya savuracak, yenilgi nedir bilmeyip, dokunduğunu deviren biriyle mutlu olabilirim. Öyle biriyle dünyayı cennete çevirebilirim. Onunlayken hiçbir şeyden korkmam. Hep böyle birini aradım. Kahramanım olacak. Öyle adamın yarısı olurum, hep yanında dururum." Vallahi bak, aç ve dinle. Hatta yetmemiş, böyle olan adama Batman, Heman falan da demiş. Bir övgüler, bir yüceltmeler..
Ağzından bal damladığını görmemek mümkün değil. Zira kendisi bu şarkısı ile kadınların esasen hep bir kahraman arayışında olduklarını vurgulamış. Arıyoruz, yalan yok. Kontrolünü kaybetmeyen, yeri gelince sığınak olabilecek, arabesk duygulardan uzak, koruyup kollayan, dönüp bakınca yanımızda görebileceğimiz, güçlü birilerine ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü eksik olan yanımızı tamamlamak istiyoruz. Biz, duyguları ile düşünceleri düğümlenmiş ve netlikten epey uzak bir tür olarak karşımızda bize benzemeyen birilerini görmek istiyoruz. Maksat tamamlanılsın, bir olunabilsin. Bu yüzdendir ki, aşırı duygusal erkekler pek bir güçsüz gözüküyor gözümüze. Gözümüz hep güçlülerde, hep net olabilenlerde. Batman'lerde, Heman'lerde.
İşte bu yüzden ilişkilerdeki kadın erkek eşitliğine pek sıcak bakamıyorum. Çünkü ben bana benzeyen, ben olan birini değil; eksiklik duyduğum her şeyi tamamlayabilecek birini istiyorum. Alkış tutacağım birini. Sen yine yaşa duygusallığını, ama bir duruşun olsun. Ne bileyim, Superman'i örnek al. Hani zor durumda olanlara, yardıma ihtiyacı olanlara oturup şiir de yazabilirdi adam. Ama o parmağını kıpırdatmayı, kalkıp kahraman olmayı seçti.
Konu nereden nereye geldi diye de düşünme canım. Nil bu şarkıyı; "Haydi sevgilim elele dünyayı dönelim, yıldızlara gidelim, sen saçlarıma yıldızları tak, meteorlar yağsın üzerimize." diye yazmış olsaydı nasıl olurdu? İnat edip son paragrafa kadar okumuş arabesk ruh, bu sözler hoşuna gitti biliyorum.
Ağaçlar arasında birbirini kovalayan ve sonunda biri yere düşünce diğerinin gidip sarıldığı yeşilçam çiftlerinden fazlası olabiliriz eğer inanırsak. Hem bir noktadan sonra kamera başka yöne doğru dönecek, sonu yok. Oysa Superman gelse, sarılsak. Uçsak, kaçsak. Ohoo, uzun metraj film oluruz.
Özellikle ikili ilişkilerde bu eşitlik mevzusu epey kafa karıştırıcı. Mesela ben eşitlikle kafayı bozmuş erkeklerin kadınlara çok büyük bir haksızlık yaptığını düşünüyorum. Gerçi ben aşırı inceliği kabalık olarak yorumlayabilen biri olarak, kulağa pek doğru gelen şeyler söylemiyorum şu an. Farkındayım. Fakat doğru olan her şey kulağa doğru olarak gelmeyebilir. Önemli olan esasen doğru oluşu. Ya da benim öyle olduklarına inanıyor olmam.
Nil'in yeni şarkısını dinledim. Zaten Nil'in dünyasına, o basit diliyle çok derin konulara dokunmasına oldum olası bayılırım. Nil'i bir çocuk şarkıcısı olarak görüyorsan ve bir şarkının sana hitap etmesi için illa ağdalı bir dille yazılmış olması gerekiyorsa, burada okumayı bırakabilirsin sevgili arabesk ruh.
Geriye kalanlarla devam ediyoruz. Aç da dinle bi', hatun resmen şöyle demiş;
"Ancak bana dünyayı bir tur döndürecek, beni ben diye sevecek, yıldızlara götürecek, meteorları tutup uzaya savuracak, yenilgi nedir bilmeyip, dokunduğunu deviren biriyle mutlu olabilirim. Öyle biriyle dünyayı cennete çevirebilirim. Onunlayken hiçbir şeyden korkmam. Hep böyle birini aradım. Kahramanım olacak. Öyle adamın yarısı olurum, hep yanında dururum." Vallahi bak, aç ve dinle. Hatta yetmemiş, böyle olan adama Batman, Heman falan da demiş. Bir övgüler, bir yüceltmeler..
Ağzından bal damladığını görmemek mümkün değil. Zira kendisi bu şarkısı ile kadınların esasen hep bir kahraman arayışında olduklarını vurgulamış. Arıyoruz, yalan yok. Kontrolünü kaybetmeyen, yeri gelince sığınak olabilecek, arabesk duygulardan uzak, koruyup kollayan, dönüp bakınca yanımızda görebileceğimiz, güçlü birilerine ihtiyaç duyuyoruz. Çünkü eksik olan yanımızı tamamlamak istiyoruz. Biz, duyguları ile düşünceleri düğümlenmiş ve netlikten epey uzak bir tür olarak karşımızda bize benzemeyen birilerini görmek istiyoruz. Maksat tamamlanılsın, bir olunabilsin. Bu yüzdendir ki, aşırı duygusal erkekler pek bir güçsüz gözüküyor gözümüze. Gözümüz hep güçlülerde, hep net olabilenlerde. Batman'lerde, Heman'lerde.
İşte bu yüzden ilişkilerdeki kadın erkek eşitliğine pek sıcak bakamıyorum. Çünkü ben bana benzeyen, ben olan birini değil; eksiklik duyduğum her şeyi tamamlayabilecek birini istiyorum. Alkış tutacağım birini. Sen yine yaşa duygusallığını, ama bir duruşun olsun. Ne bileyim, Superman'i örnek al. Hani zor durumda olanlara, yardıma ihtiyacı olanlara oturup şiir de yazabilirdi adam. Ama o parmağını kıpırdatmayı, kalkıp kahraman olmayı seçti.
Ağaçlar arasında birbirini kovalayan ve sonunda biri yere düşünce diğerinin gidip sarıldığı yeşilçam çiftlerinden fazlası olabiliriz eğer inanırsak. Hem bir noktadan sonra kamera başka yöne doğru dönecek, sonu yok. Oysa Superman gelse, sarılsak. Uçsak, kaçsak. Ohoo, uzun metraj film oluruz.
25.4.12
YAĞMUR PSİKOLOJİSİ
Yağmur yağdığında çökmeyecek bir psikoloji gerek bana. İşte o zaman benden bir süper kahraman olabilir. Yağmur yağdığında çekmeyen antenler gibiyim çünkü. İki damlada içim kararıyor. Ruhum parazitleniyor. Ruh dediğin somut bir şey olsa, benimki karıncalı gözükür herhalde yağmurlu havalarda. Ya da simsiyah bir fon üzerine beyaz harflerle yazılı "Sinyal yok" yazısı taşır göğsünde.
Düşen her bir yağmur damlası, akreple yelkovana tutunurarak ağırlık yapar. Akreple yelkovan hareket edemez ve zaman zoraki durur yağmur yağdığında. Bak bugün de yağıyor. Zaten duygusalım. Yağmurda duygularım sel.
İşte böyle her yağmurda karıncalanırım ben. Ruhum farkedilmek için içimi burkar çünkü. Elleriyle içimi karıştırır. Sonrası onunla ilgilenmekle geçiyor işte. Onu neşelendirmeye çalışmakla. Duygularımı alır ruhumun eline tutuştururum, oynasın diye. Çocuk gibi oynayıp oynayıp sonunda bozsa da kızamıyorum işte.
Yağmur damlaları yeryüzüne çarptıkça, ruhum da duygularımı alıp o duvardan bu duvara bir güzel çarpar. Mutluluğumun dudağı patlar, sevincimin kaşı yarılır, neşemin burnu kanar. İçim sıkılır, moralim bozulur..
Yağmur psikolojisi diye bir şey var bildiğin. Bugün içimi karartan da, bu yazıyı bana yazdıran da o.
Bak bu da en sevdiğim şarkılardan biri;
8.1.12
"Copy Paste" Yaşam Tarzı

Mesela insanlar her gece uyumadan önce ertesi gününü yazıyor olsaydı. Ve yazmayan, o sabaha uyanamasaydı. Düşünsene.. Uykusu gelmiş, ama sonraki günü yaşamak isteyen telaşlı insanlar harıl harıl yazıyorlar. Yazmadıysan o gece son uykuna yatıyorsun. Sırf tembellikten ölenler olurdu. Veya işi günlük hikayeler yazmak olan "ertesi gün senaryocuları" türerdi. Keyifli bir iş olabilirdi esasında. Ertesi gün doğum günü olan bir insan için sürprizlerle dolu harika bir gün hazırlamak, yazmak isterdim ben mesela. Ya da yeni doğmuş bir bebeğin ilk gününü kaleme almak ilginç olabilirdi.
Belki de her akşam diğer günü planlamak bir süre sonra sıkardı insanı. Ve eminim, o zaman da birbirine çok benzeyen günlerimizden şikayet ederdik. Sırf yaşıyor olmak için her gün birbirinin aynısı hikayeler yazan ve yaşamı nefes almaktan ibaret sanan insanlar olurduk belki de..
E şimdi de böyle?!
Bak gördün mü, değişen hiçbir şey yok.
Bir şeyler elimizde olsa da olmasa da, bir yerden sonra copy paste yaşamak doğamızda var.
Ruh - ummm..
Ruhum, bedenimin içinde çınlayıp duran bir melodi.. Bazen dandik bir müzik seti gibi, yüksek seste titretip duruyor bedenimi coşkuyla. Bazen de, sesini duyamıyorum ve sağıma soluma vurasım geliyor. Tıpkı düzelsin diye, dandik ve eski bir müzik setinin sağına soluna vurduğumuz gibi.
Öyle zamanlar geliyor ki, gökyüzüne bakıp, bildiğim bütün güzel şeyleri çığlık çığlığa söylemek istiyorum. Sevgimi, mutluluğumu, huzurumu, keyfimi, şükrümü.. Gökyüzüne bakarken, içimdeki tüm iyilik gözlerimden evrene fışkıracakmış gibi geliyor öyle zamanlarda. Gözlerimi kapattığımda, çıplak ayakla toprağa basan, rengarenk elbisesini elleriyle havaya kaldırmış, çimler üzerindeki bir kız oluyorum. Sonsuz bir huzur ve tüm evrenin şefkati kucaklıyor beni.
Öyle zamanlar da var ki, bugünüme sıkışmış, yarınım için endişeleniyorum. Huzursuzluğumun haddi hesabı yok. Öfkem kime bilmiyorum.. Tek bildiğim, sonsuzluk içerisinde sürekli kendini yineleyen endişelerimin oluşu. Mutsuz değil, sıkışmış hissediyorum. Bitik değil, yitik. Hiçbir yer karanlık değil. Yalnızca hayatımın grisindeki siyah oranı öyle değişken ki, içindeki beyaza takılmış debeleniyorum. Gözlerimi kapattığımda, buz gibi bir boşlukta çırılçıplak, yalnızca üşüyen bir kız oluyorum. Zaman, sırf acılarımı dindirmesin diye durmuş, korkunç bir işkenceye dönüşmüş gibi oluyor öyle zamanlarda.
Ne negatif bir insanım, ne de depresif; ne sevgi kelebeğiyim, ne de insancıl..
Ruhunu dinleyen herkes gibi, duyduğum her kesik seste endişeleniyorum. Ne zaman sesi kısılsa içimdeki melodinin, telaşlanıyorum. Ve ne zaman coşsa içimdeki ses, zangır zangır titriyorum. Dandik bir müzik setiyle bu kadar çok ortak yönümüzün olduğunu keşfetmiş olmam da ayrı bir güzel.
Ama biliyorum.. O kadar mükemmel bir ruhum var ki, bedenime ağır geliyor.
Bir gün birbirimize alışacağız. Ya da, ben onu bu kadar kurcalamaktan vazgeçeceğim.
RAKS
Hiçbir zaman sorgulamadan kabul eden biri olmadım. Körü körüne inanmadım ve din konusunda gelenekçi bir tavrım da yoktu. Diğer yandan, beynim bir takım kavramları ayağının altına alıp her şeyi yok sayarken de aşağılayıcı, küçümseyici değildim. Fazla uçlara yaklaşmadan da olsa gel - gitlerim oldu..
Ancak zamanla insan yaşanmışlıkları, tecrübeleri ve en önemlisi farkındalığı ile netleşiyor. Din ile huzurun birbirleriyle yakından ilgili olduğundan şüphem yok artık. Nasıl mı?
Komplike bir yapının küçük birer parçasıyız. Ve inanıyor olmak, hayatımızı anlamlı kılan tek şey. Kendimi çarkın içindeki herhangi bir dişli olarak görsem ne kadar huzursuz olurdum tahmin edebiliyorum. İnsan yalnızca aldığı nefesin değerini farkettiğinde huzur buluyor çünkü. Bir de sevdiğinde..
Sevgi evet. Korku ile değil sevgi ile inanmaktan bahsediyorum. Hayır, öyle "Tanrı sevgidir." zırvası değil anlatmak istediğim. Bilirsiniz, etrafımızdaki birçok insan bir şeyleri yalnızca yapmak zorunda olduğu için yapar. Bu zorunlu hissetme de korkudan ileri geliyor. Ne kadar da bencilce.. Düşünsenize, ikinci bir hayata olan inanç.. Ve cennet, huri vaatleriyle, hiç sorgulamadan, yalnızca gelenekselleştiği için inanmak.. Bu gerçekten çok acı.
Kul olmanın köle olmaya eş değer görüldüğü bu düzende, kaderden tutun da ibadete, yaratılış nedenimize kadar her şey ama her şey koskocaman bir bilinmezlik içinde aktarılıyor gelecek nesle. Kimse ne yaptığının farkında değil. Kimi yazılmış bir hikayenin kahramanı olduğunu düşünüyor ve elleri ceplerinde hiçbir şeye müdahale edemeyeceğini sanarak yalnızca nefes alıyor. Kimi ise cehennem korkusuyla, "yanmamak" için ibadetleri bir rutine dökmüş ve alışkanlık haline getirmiş. Oysa ibadet dediğimiz şeyleri neden yaptığını bile bilmeyen, Tanrı'yı kendine inanmayanları ateşlerde yakacak bir zorba bilmiş, binbir türlü kısıtlamalar ve saçmalıklar arasında huzur arayan bu insanlar gerçekten de yaşamıyorlar.
Kul olmak, "muhattap alınmaktır" halbuki. Ve insanın, aklının sınırlarını zorlayan bu kavramlar arasında boğulmaması için de birazcık düşünmesi gerekir. Bu kadar önemli, hayati ve temel bir mevzuda hiçbir fikri olmadan yaşayan insanlara üzülmeyeyim de ne yapayım? İşin en tuhaf yanı da, bu farkındalığın bana esasında herkesten çok daha fazla bir sorumluluk yüklemesi..
Saçmaladığımı düşünebilirsiniz. Veya bu yazının da gelenekselleşmiş inanç temelli olduğunu.. Ama yanılıyorsunuz.
Diyeceğim şudur dostlar;Tanrının varlığına inanmak için hiçbir şeye ihtiyacım yok. Çünkü hissediyorum.
Ve geceleri uyumadan önce dilime düşen tek bir cümlenin iç huzuruma katkısı çok büyük.
O cümle de şu: "Seni seviyorum."
Ha bu arada, O da seviyor. Biliyorum :)
Ancak zamanla insan yaşanmışlıkları, tecrübeleri ve en önemlisi farkındalığı ile netleşiyor. Din ile huzurun birbirleriyle yakından ilgili olduğundan şüphem yok artık. Nasıl mı?
Komplike bir yapının küçük birer parçasıyız. Ve inanıyor olmak, hayatımızı anlamlı kılan tek şey. Kendimi çarkın içindeki herhangi bir dişli olarak görsem ne kadar huzursuz olurdum tahmin edebiliyorum. İnsan yalnızca aldığı nefesin değerini farkettiğinde huzur buluyor çünkü. Bir de sevdiğinde..
Sevgi evet. Korku ile değil sevgi ile inanmaktan bahsediyorum. Hayır, öyle "Tanrı sevgidir." zırvası değil anlatmak istediğim. Bilirsiniz, etrafımızdaki birçok insan bir şeyleri yalnızca yapmak zorunda olduğu için yapar. Bu zorunlu hissetme de korkudan ileri geliyor. Ne kadar da bencilce.. Düşünsenize, ikinci bir hayata olan inanç.. Ve cennet, huri vaatleriyle, hiç sorgulamadan, yalnızca gelenekselleştiği için inanmak.. Bu gerçekten çok acı.
Kul olmanın köle olmaya eş değer görüldüğü bu düzende, kaderden tutun da ibadete, yaratılış nedenimize kadar her şey ama her şey koskocaman bir bilinmezlik içinde aktarılıyor gelecek nesle. Kimse ne yaptığının farkında değil. Kimi yazılmış bir hikayenin kahramanı olduğunu düşünüyor ve elleri ceplerinde hiçbir şeye müdahale edemeyeceğini sanarak yalnızca nefes alıyor. Kimi ise cehennem korkusuyla, "yanmamak" için ibadetleri bir rutine dökmüş ve alışkanlık haline getirmiş. Oysa ibadet dediğimiz şeyleri neden yaptığını bile bilmeyen, Tanrı'yı kendine inanmayanları ateşlerde yakacak bir zorba bilmiş, binbir türlü kısıtlamalar ve saçmalıklar arasında huzur arayan bu insanlar gerçekten de yaşamıyorlar.
Kul olmak, "muhattap alınmaktır" halbuki. Ve insanın, aklının sınırlarını zorlayan bu kavramlar arasında boğulmaması için de birazcık düşünmesi gerekir. Bu kadar önemli, hayati ve temel bir mevzuda hiçbir fikri olmadan yaşayan insanlara üzülmeyeyim de ne yapayım? İşin en tuhaf yanı da, bu farkındalığın bana esasında herkesten çok daha fazla bir sorumluluk yüklemesi..

Diyeceğim şudur dostlar;Tanrının varlığına inanmak için hiçbir şeye ihtiyacım yok. Çünkü hissediyorum.
Ve geceleri uyumadan önce dilime düşen tek bir cümlenin iç huzuruma katkısı çok büyük.
O cümle de şu: "Seni seviyorum."
Ha bu arada, O da seviyor. Biliyorum :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)